Gökçeada - İmroz (Büyük Aşklar Kavgayla Başlar)
Her sene Bozcaada'ya gidiyoruz bu sene de Gökçeada'ya gidelim diye karar verdikten sonra, etrafımızdaki insanların orası güzel değil, yapacak bir şey yok, Bozcaada'ya hiç benzemiyor cümlelerini duyduktan sonra moralim bozulmadı değil ama ada sonuçta ne kadar kötü olabilir, ayrıca bizim istediğimiz güzel bir deniz ve akşam yiyeceğimiz güzel yemekler. Onlara kulak asmasam da kafamda o düşüncelerle yola çıktık.
Kabatepe Limanında feribota bindik. Giderken 1 saat 15 dakika dönerken, 1 saat 45 dakika süren bir yolculuk geçirdik. Adaya ilk girdiğimizde nedense aklıma Kıbrıs geldi. Orada da bir oturmamışlık, yerleşilmemiş havası vardı, burada da. İnternetten fotoğraflarını dahi görmediğim bir pansiyona rezervasyon yaptırmıştım. Pansiyon limana yakındı ve hemen bulduk, 1. hayalkırıklığı Bozcaada'da pansiyon deyince en ucuz en basit pansiyonda bile bir şirinlik vardır. Burası eski Kızılay binasıymış, sonra pansiyona çevirmişler ama üzerine bir yenilik yapmamışlar, benim o an ki yüz ifademi görseniz siz de ağlardınız inanın. Üstüne üstlük o gün benim doğum günüm. Sırf doğum günümü İstanbul dışında geçireyim diye ısrar ettiğim bu tatilde dakika bir gol bir başıma gelenlere bakın. Pansiyoncu teyze beni yatıştırmaya çalışıyor, merkeze yakın, denize yakın, zaten odada zaman geçirmeyeceksiniz diye tamam ben de çırağan odası beklemiyordum ama o kadar kötü ki. Neyse Deniz de bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor, başka pansiyon bakarız,gel denize gidelim, bir şeyler yiyelim diyor. Ben biraz sakinleşince adayı keşfetmeye başladık.
Merkez denilen yerden geçerken de ufak şoklar arka arkaya yaşandı. Ada deyince aklınıza, şirin evler, mor salkımlar, tatlı insanlar gelmiyor mu?Yok burada o dediklerimi bırakın sanki biz abuk bir şehrin en dandik kasabasına gitmişiz öyle bir sakillik, dağınıklık, çirkinlik . İşte bu anda başlıyorum ben, yok tatlım biz Bozcaada'ya gidelim burada kalamayız, ne işimiz var burada, ne yaparız 4 gün ? Deniz büyük bir sabırla, vardır güzel yerleri, moralini bozma bak şimdi denize gireriz, rahatlarsın diyor bana. Daha önce araştırdığımız en güzel deniz dedikleri yer olan Aydıncık'a gidiyoruz. Ben yine kumsalın etrafında midye, kabak çiçeği dolması vs yiyebileceğimiz yerler beklerken, karşımızda sörf merkezi çıkıyor. Denize girilecek alan minicik, herkes sörf yapıyor. Yemek derseniz tost, makarna, dondurulmuş pizza satan yerler var. Ben yine doğum günümde yapabileceğim bütün kaprisleri yerine getirmek amacıyla söyleniyorum, söyleniyorum. O gün orada takılıyoruz, sonra oradan erken ayrılıp adayı gezelim diyoruz. O kadar dağlık ki her yer halk da, ada da "ada" olduğunun farkında değil.
Yeni Bademli isimli bir yere geliyoruz şirin pansiyonlar var sıralı, birine girip yarından itibaren kalmak için rezervasyon yapıyoruz, ben biraz daha sakinleşiyorum, sonra odaya gidip üzerimizi değiştirip meşhur Barba Yorgo'ya yemeğe gidiyoruz. Adı gibi tepede olan Tepeköy'e, orada çam esanslı beyaz şarabı içince, yüzüm gülmeye başlıyor. Sonra gece karanlığın içinde o tepeden inerken, gökyüzünde milyonlarca yıldızı seyrederken, en büyük aşklar kavgayla başlar, seveceğim sanki ben bu kocaman, dağlık adayı diyorum içimden.